1. Deck

 0    100 fiszek    macitsamet
ściągnij mp3 drukuj graj sprawdź się
 
Pytanie Odpowiedź
incelemek, denetlemek
denetlemek, teftiş etmek, araştırmak, kontrol etmek, yoklamak, gözden geçirmek
Standartları korumak için okullar düzenli olarak denetlenecektir.
rozpocznij naukę
inspect
Clara inspected her make-up in the mirror.
Schools will be inspected regularly to maintain standards.
nezaret etmek, denetlemek, gözetmek
Projeyi denetlemek için bir komite kuruldu.
rozpocznij naukę
oversee - oversaw - overseen
A committee has been set up to oversee the project.
parçalara ayırarak incelemek
parçalara ayırmak, parça parça etmek
Biyolojide bir fareyi incelemek zorunda kaldık.
rozpocznij naukę
dissect
We had to dissect a rat in biology.
soruşturmak
araştırmak, soruşturmak, incelemek
Jenkins'in cinayetini araştıran dedektifler tarafından sorgulandı.
rozpocznij naukę
investigate
He has been questioned by detectives investigating Jenkins' murder.
izini takip etmek, izini sürmek/takip etmek, başarının/gelişmelerin kaydını tutmak/izlemek
dar toprak yol, patika, keçi yolu
Kurtlar radyo tasmaları kullanılarak izleniyor.
rozpocznij naukę
track
The wolves are tracked by using radio collars.
izah etmek, aydınlatmak,
izah etmek, açığa kavuşturmak, aydınlatmak
Evet küçük hanım, size anlatayım.
rozpocznij naukę
elucidate
Well, little lady, let me elucidate here.
görüşmek, tartışmak
müzakere etmek, konuşarak anlaşmaya varmak, pazarlık etmek, başarıyla aşmak/geçmek
İşverenlerle çalışma koşulları hakkında müzakere etmek
rozpocznij naukę
negotiate
to negotiate with employers about working conditions
davranmak, muamele etmek, ele almak, belli şekilde dikkate almak
tedavi etmek, bakmak, iyileştirmek, kaplamak, işlemek, işleme tâbi tutmak (with)
Ona çok kötü davranıyor.
rozpocznij naukę
treat
He's being treated for cancer at a hospital in California.
He treats her really badly.
sarılmak, kucaklamak
sorgusuz/sualsiz kabellenmek, yürekten inanmak
Birbirlerine sıkıca sarıldılar.
rozpocznij naukę
embrace
We are always eager to embrace the latest technology.
They embraced tightly.
devre dışı bırakmak, etkisiz hale getirmek, bozmak, çalışmasını engellemek
sakatla(n)mak, sakat bırakmak
Hırsızlar alarm sistemini devre dışı bırakmış olmalı.
rozpocznij naukę
disable
Some children were permanently disabled by the bomb.
The thieves must have disabled the alarm system.
sökmek
Bu video size bir televizyon setinin nasıl söküleceğini gösterir.
rozpocznij naukę
disassemble
This video shows you how to disassemble a television set.
birleştirmek, toplamak, parçaları bir araya getirmek
toplanmak, bir araya gelmek, grup oluşturmak
O, bilgisayarları monte eder.
rozpocznij naukę
assemble
They assembled in the meeting room after lunch.
She assembles computers.
ekmek, tohum ekmek dikmek, saçmak
dişi domuz
Ne ekersen onu biçersin.
rozpocznij naukę
sow - sowed - sown
to sow seeds/crops
You reap what you sow.
çimlenmek, filizlenmek, filizlendirmek
filizlenme
Tohumlar filizlendi.
rozpocznij naukę
germinate
The seeds have germinated.
anîden hareket etmek, sıçramak, birden harekete geçmek, anîden aktif hâle gelmek
•yay •baş göstermek, hızla yayılmak, mantar gibi çoğalmak; birden çıkıvermek. *Son zamanlarda sahil boyunca pek çok yeni otel açıldı.
Kedi kanepeye fırladı.
rozpocznij naukę
spring - sprang - sprung
spring up, *A lot of new hotels have sprung up along the coast recently.
The cat sprang onto the sofa.
dikmek, inşaa etmek, dikilmiş
dik, dimdik
Bu bina ne zaman inşa edildi?
rozpocznij naukę
erect
When was this building erected?
yaymak, dağıtmak,
Konserden sonra park çöplerle doluydu.
rozpocznij naukę
strew - strewed - strewn
The park was strewn with litter after the concert.
yaymak, yayılmak, yaymak, dağılmak, dağıtmak
zamana yaymak, yayılma, dağılmak, bulaşmak, artmak
•Kartları masanın üzerine serdi. •Ölüm haberi hızla yayıldı.
rozpocznij naukę
spread
The payments will be spread over two years.
•He spread the cards out on the table. •News of his death spread quickly.
yığmak, yığılmak, birikmek
zincirleme trafik kazası
İşim gerçekten yığılmaya başladı.
rozpocznij naukę
pile up
My work's really starting to pile up.
arzulamak
Herkes mutluluk arzular.
rozpocznij naukę
desire
Everybody desires happiness.
inmek, alçalmak, inişe geçmek
Dört kat merdivenden indik.
rozpocznij naukę
descend
We descended four flights of stairs.
yol açmak, neden olmak, izin vermek
-e neden olmak, -e vesile olmak
teknolojik ilerlemenin insan mutluluğuna yol açtığı inancı
rozpocznij naukę
conduce, conduce to
to/toward
the belief that technological progress conduces to human happiness
bestelemek, oluşturma
tanzim etmek, düzeltmek, oluşturmak
Komite, seçilmiş liderler ve vatandaşlardan oluşuyordu.
rozpocznij naukę
compose, be composed of
The committee was composed of elected leaders and citizens.
(yasa dışı iş, suç vb.) işlemek, yapmak
kesin karar vermek, kendini sorumlu kılmak
İşlemediği bir suçtan cezaevine gönderildi.
rozpocznij naukę
commit
He committed himself to helping others.
He was sent to prison for a crime that he didn't commit.
ihmal etmek, önemsememek, göz ardı etmek
ihmal etmek, boşlamak, sermek
Bu çocukların bazıları geçmişte çok ihmal edilmişti.
rozpocznij naukę
neglect
He neglected to mention the fact that we could lose money on the deal.
Some of these kids have been badly neglected in the past.
•peşin(d)e düşmek/koşmak •elde etmeye çalışmak, kovalamak •izlemek, takip etmek, sürdürmek
kovalamak, peşinden koşmak, takip etmek, incelemek, araştırmak, bilgi toplamaya çalışmak
•Bazı insanlar sadece zevklerinin peşine düşerler. •Polis, katilin peşine düştü.
rozpocznij naukę
pursue
We will not be pursuing this matter any further.
•Some people pursue only pleasure. •Polis, katilin peşine düştü.
tekrar devam et(tir)mek, sürdürmek, devam et
yeniden başla(t)mak, tekrar devam et(tir)mek
Görüşmeler bugün devam edecek.
rozpocznij naukę
resume
The talks are due to resume today.
bakım yapmak, iyi bakmak, korumak, bakımını sağlamak
sürdürmek, devam ettirmek, sağlamak
Büyük bir evin bakımı çok pahalıdır.
rozpocznij naukę
maintain
The army has been brought in to maintain order in the region.
A large house is very expensive to maintain.
çıkarmak
atlamak, dahil etmemek, yanlışlıkla unutmak, çıkarmak, dışında bırakmak
Davranışı nedeniyle takımdan çıkarıldı.
rozpocznij naukę
omit
He was omitted from the team because of his behaviour.
emanet etmek
Partiyi düzenleme görevi bana emanet edildi.
rozpocznij naukę
entrust
I was entrusted with the task of organizing the party.
kışkırtmak
özendirmek, teşvik etmek, imrendirmek
Onunla alışverişe gitmem için beni kışkırtmaya çalışıyor.
rozpocznij naukę
tempt
She's trying to tempt me to go shopping with her.
aklını çelmek, ayartmak
ayartmak, baştan çıkarmak, kandırmak, kanına girmek
Süpermarketler, sizi bir şeyler satın almaya ikna etmek için her türlü hile kullanır.
rozpocznij naukę
entice
Supermarkets use all sorts of tricks to entice you to buy things.
uğraşmak, çabalamak
çok büyük çaba sarfetmek, gayret etmek
Ona yardım etmeye çalıştım(çabaladım) ama izin vermedi.
rozpocznij naukę
endeavour
I endeavoured to help her, but she wouldn't let me.
çabalamak
çabalamak, gayret etmek, çalışmak
Hizmetimizi geliştirmek için sürekli çabalıyoruz.
rozpocznij naukę
strive - strove - striven
We are constantly striving to improve our service.
mücadele etmek, çabalamak
çaba sarfetmek, uğraşmak, mücadele etmek, çırpınmak, debelenmek
Borçlarını ödemek için mücadele ediyor.
rozpocznij naukę
struggle
She struggled but couldn't break free.
He's struggling to pay off his debts.
etkinleştirme, izin vermek
mümkün kılmak, imkân vermek, olanak sağlamak
Bu para yeni bir bilgisayar almamı sağladı.
rozpocznij naukę
enable
This money has enabled me to buy a new computer.
göçmek, göç etmek (kendi ülkesini terk etmek)
göç
Yeni Zelanda'ya göç etmeyi düşünüyoruz.
rozpocznij naukę
emigrate
immigrate ≠ emigrate
We're thinking of emigrating to New Zealand.
çarparak kapatmak, çarpıp kapatmak; çarpıp kapanmak
çarparak kapatmak, çarpıp kapatmak; çarpıp kapanmak, pat' diye bırakmak; fırlatıp atmak, çarpmak
Kate ön kapının çarptığını duydu.
rozpocznij naukę
slam - slammed
She slammed the phone down.
Kate heard the front door slam.
zulüm etmek
(ırk, din, inançlardan vs. dolayı) eziyet etmek, zulmetmek; rahat vermemek; dünyayı dar etmek
Dini inançları nedeniyle zulüm gördü.
rozpocznij naukę
persecute
political/religious persecution
He was persecuted for his religious beliefs.
beslemek
beslemek, büyütmek, bakmak, yedirip içirmek
Memeliler yavrularını beslemek için süt sağlarlar.
rozpocznij naukę
nourish
Mammals provide milk to nourish their young.
heyecanlandırmak
mutlu etmek, heyecanlandırmak, uyandırmak, harekete geçirmek, tahrik etmek
Çocukları çok fazla heyecanlandırmamaya çalışın.
rozpocznij naukę
excite
This product has excited a great deal of interest.
Try not to excite the children too much.
övmek
takdir etmek, övmek, methetmek
Cesareti rapor tarafından takdir edildi/övüldü.
rozpocznij naukę
commend
His courage was commended by the report.
sıçmak, vücudunuzdaki katı atıklardan kurtulmak
bok, Lanet!’, 'Boktan şey!', 'Kahretsin!' (argo) ‘Hassiktir!’, birine doğru olmayan bir şey söylemek •Bu bok ne? •Benimle dalga geçiyor olmalısın!
Sıçacağım.
rozpocznij naukę
shit - shat (or shit)
•What is this shit? •You’ve got to be shitting me!
I will shit.
•kirletmek, pisletmek, •yüzüne gözüne bulaştırmak, bozmak, berbat etmek
faul yapmak, kural dışı hareket etmek
•Plajlar köpekler tarafından kirlenmişti. •Sigara içenler havayı kirletmektedir. •Seyahat şirketi tatilimizi tamamen bozdu/berbat etti.
rozpocznij naukę
foul, foul up, foul sth up
He was fouled as he was about to shoot at goal.
•The beaches had been fouled by dogs. •Smokers foul up the air. •The travel company completely fouled up our holiday.
kirletmek, pisletmek
Çevreyi kirletmeyecek bir yakıta ihtiyacımız var.
rozpocznij naukę
pollute
We need a fuel that won't pollute the environment.
uzun adımlarla yürümek
çabuk ve uzun adımlarla yürümek, (i)kendinden emin uzun bir adım
•Sahnede uzun adımlarla yürüdü. •Platforma yürüdü.
rozpocznij naukę
stride - strode - stridden (across/onto/up/down)
•She strode across the stage. •She strode onto the platform.
sıvışmak, farkedilmeden gitmek, süzülmek, gizlice yürümek
Onu toplantıdan kaçarken yakaladım.
rozpocznij naukę
slink - slunk (away/off/out)
I caught him slinking out of the meeting.
yavaş yavaş ilerlemek/süzülmek/sızmak, bir yere/yerden sürünerek girmek/çıkmak/süzülmek/sıvışmak
ürkütmek, ürpermek
•Sürünerek odadan çıktım. •İlişkilerine sorunlar girmeye başlamıştı.
rozpocznij naukę
creep - crept (into/along/in/out)
creep sb out
•I crept out of the room. •Problems were beginning to creep into their relationship.
kötü kokmak
çok pis kokmak, leş gibi kokmak, kokuşmak, mide bulandırıcı olmak, bozulmak
Mutfak balık kokuyor.
rozpocznij naukę
stink - stank - stunk
If you ask me, the whole affair stinks.
The kitchen stinks of fish.
sokmak, arı sokması
Bir eşek arısı sokmuştu.
rozpocznij naukę
sting - stung
He was stung by a wasp.
asıp sallandırmak, fırlatıp atmak, rastgele koymak
sapan, askılı çanta, askı, bel çantası
•Çantasını omzuna astı. •Paltosunu yatağa astı.
rozpocznij naukę
sling - slung
•He slung his bag over his shoulder. •She slung her coat onto the bed.
fırlatıp atmak, savurmak, atmak, fırlatmak
Kutuyu nehre fırlattı.
rozpocznij naukę
fling - flung (around/across/down)
He flung the box into the river.
atmak, fırlatmak, dökmek, biçim vermek, yaymak, saçmak
oyuncu seçimi yapmak
•O, oltasını göle fırlattı. •Ay odaya beyaz bir ışık saçtı.
rozpocznij naukę
cast
Why am I always cast as the villain?
•He cast his line into the lake. •The moon cast a white light into the room.
dökmek
taşmak, dökülmek, boşalmak; sel gibi akmak; (argo) ağıldan çıkar gibi çıkmak
Partide biri halının üzerine kırmızı şarap döktü.
rozpocznij naukę
spill - spilt
The contents of the truck spilled out across the road.
Someone at the party spilled red wine on the carpet.
yaprak/deri/saç vs. Dökülmek, kan dökmek, cana kıymak, öldürmek, yaralamak
baraka, sundurma, müştemilat
Sonbaharda birçok ağaç yapraklarını döker.
rozpocznij naukę
shed - shed
A lot of trees shed their leaves in the autumn.
tükürmek
Dökül bakalım!', *’Kus bakalım!', 'Hadi konuş!'
İnsanların halka tükürdüğünü görmekten hoşlanmam.
rozpocznij naukę
spit - spat
Spit it out! *Come on, spit it out!
I don't like to see people spitting in public.
böl(ün)mek, parçala(n)mak, ayırmak, ayrılmak, yar(ıl)mak
küçük parçalara/gruplara ayırmak/ayrılmak
Eğildiğinde pantolonunu ikiye ayırdı.
rozpocznij naukę
split - split
The children split up into three groups.
He split his trousers when he bent over.
uzunlamasına kesmek, yarmak
uzun kesik, yarık
Bileklerini kesti.
rozpocznij naukę
slit - slit
She slit her wrists.
yarmak, ayırmak, bölmek
Şövalyenin baltasının bir darbesiyle, kayayı ikiye böldü
rozpocznij naukę
cleave
With one blow of the knight's axe, he clove the rock in twain
parçalamak, bir şeyi şiddetle yırtıp kırmak
Kılıcının bir vuruşuyla düşmanının miğferini ikiye kiraladı.
rozpocznij naukę
rend - rent
With one stroke of his sword, he rent his enemy's helmet in two.
telafi etmek, geri alma, etkisini ortadan kaldırmak; etkilerinden kurtulmak
çözmek, açmak
Kirliliğin neden olduğu hasarın bir kısmı geri alınamaz.
rozpocznij naukę
undo - undid - undone
I took off my hat and undid my coat.
Some of the damage caused by pollution cannot be undone.
imzalamak, altını çizmek, sigorta ettirmek, sağlama almak
Bir banka veya başka bir kuruluş bir faaliyeti üstlenirse, ona finansal destek sağlar ve başarısız olursa herhangi bir masrafı ödeme sorumluluğunu üstlenir.
Her şirket böyle pahalı bir olayı imzalamayı göze alamıyor.
rozpocznij naukę
underwrite - underwrote - underwritten
Not every company can afford to underwrite such an expensive event.
eksik ödeme, az maaş/ücret vermek
Milyonlarca dolar eksik maaş alıyorlardı.
rozpocznij naukę
underpay - underpaid
They were underpaid millions of dollars.
geri ödemek, ödemek, geri vermek
bir iyiliği karşılıksız bırakmamak; karşılığını vermek; altında kalmamak
Sana geri ödemek için bir yol bulacağım.
rozpocznij naukę
repay - repaid
What can I do to repay you for your kindness?
I will find a way to repay you.
altında yatmak
bir şeyin gizli nedeni veya güçlü bir etkisi olmak
Psikolojik sorunlar, genellikle fiziksel bozuklukların altında yatar.
rozpocznij naukę
underlie - underlay - underlain
Psychological problems very often underlie apparently physical disorders.
ıslatmak
Bir bulaşık bezini ıslattı ve işareti ovalamaya çalıştı.
rozpocznij naukę
wet - wet or wetted
He wetted a dishcloth and tried to rub the mark away.
evlenmek
(özellikle gazetelerde kullanılır) biriyle evlenmek
Çift, 18 yıllık bir nişan sonrasında nihayet evlendi.
rozpocznij naukę
wed, wed
The couple eventually wed after an 18-year engagement.
yolunu kesmek, yol
Bir kaç protestocu tarafından yolumuz kesildi/durdurulduk.
rozpocznij naukę
waylay - waylaid
We got waylaid by a couple of the protesters.
dokumak, örmek
zikzak yaparak ilerlemek, sağa sola çarparak gitmek
Büyük annem giysiler örmeyi seviyor.
rozpocznij naukę
weave - wove - woven
to weave in and out of the traffic
My grandmother likes to weave things.
arka çıkmak, desteklemek savunmak
uygun bulmak, onaylamak, kabul etmek
Polis memurlarının yasayı desteklemesi bekleniyor.
rozpocznij naukę
uphold - upheld
The court upheld the ruling.
Police officers are expected to uphold the law.
keyfini kaçırmak, üzmek, huzurunu bozmak,
bozmak, altüst etmek, çorbaya çevirmek, mahvetmek, sorun çıkarmak
Telefon görüşmesi onu açıkça üzmüştü.
rozpocznij naukę
upset - upset
If I arrived later, would that upset your plans?
The phone call had clearly upset her.
çözmek, açmak
dinlenmek, yorgunluğunu gidermek/atmak; rahatlamak, gevşemek
Bandajı açtı.
rozpocznij naukę
unwind - unwound
Music helps me to unwind.
He unwound the bandage.
daral(t)mak, çek(tir)mek, küçül(t)mek
Yıkamada gömleğim büzüldü.
rozpocznij naukę
shrink - shrank - shrunk
My shirt shrank in the wash.
hunharca öldürmek, katletmek
Düşmanlarımızın hepsi öldürülmeli.
rozpocznij naukę
slay - slew - slain
Our foes must all be slain.
nallamak, atın ayağına at nalı koymak
rozpocznij naukę
shoe - shod
kırkmak, yününü kırkmak/kesmek, makaslama
Koyunları kırkıyorum.
rozpocznij naukę
shear - sheared
I am shearing the sheep.
(at, bisiklet, motosiklet) binmek, sürmek
gitmek, binmek
Bisikletimi işe sürüyorum.
rozpocznij naukę
ride - rode - ridden
I ride my bike to work.
günah çıkarmak
itiraf edilen günahları dinlemek
rozpocznij naukę
shrive - shrove - shriven
boşaltmak, tahliye etmek
En geç ayın sonuna kadar evi boşaltmamız gerekiyor.
rozpocznij naukę
vacate
We need to vacate the house by the end of the month at the latest.
iğrenmek, nefret etmek, tiksinmek
nefret, iğrenme, tiksinme
Ovma tuvaletlerinden nefret ediyorum.
rozpocznij naukę
loathe
I loathe scrubbing toilets.
teslim olmak, yenik düşmek, boyun eğmek
teslim etmek, teslimiyet
Asi birlikler teslim olmayı reddediyor.
rozpocznij naukę
surrender
He was released on the condition that he surrendered his passport.
Rebel troops are refusing to surrender.
yeniden sağlığına kavuşmak, iyileşmek, şifa bulmak
vücudun hasar görmüş kısımlarını yeniden kullanmaya başlamak, yeniden elde etmek, tekrar kazanmak, bulmak
Kocasının ölümünden asla kurtulamadı.
rozpocznij naukę
recover
Police recovered the stolen money.
She never recovered from the death of her husband.
örnek almak
Ondan bir örnek almalısın.
rozpocznij naukę
take an example by - took an example by - taken an example by
You should take an example by him.
özenip taklit etmek, öykünmek
Diğer yazılım şirketlerinin başarısını taklit etmeyi umuyorlar.
rozpocznij naukę
emulate
They hope to emulate the success of other software companies.
taklit etmek, örnek almak, benzemeye çalışmak
taklitçi
Modellerin yürüyüş şeklini taklit etmeye çalıştı.
rozpocznij naukę
imitate
She tried to imitate the way the models walked.
eri(t)mek; çöz(ül)mek
buzların erimesi, çözülmesi, aradaki buzlar erimek; aradaki sorunları gidermek/halletmek; soğukluğu ortadan kaldırmak
Pişirmeden önce etin erimesine izin verin.
rozpocznij naukę
thaw
Allow the meat to thaw before cooking it.
bakmak, ilgilenmek, ihtimam göstermek
Ben yokken çocuklara bakabilir misin?
rozpocznij naukę
look after
look after sb/sth
Could you look after the children while I'm out?
düşük teklif vermek
fiyat kırmak, eksiltmek
Alıcıların düşük teklif vereceğini tahmin etti.
rozpocznij naukę
underbid - underbid
He predicted that buyers are likely to underbid.
yüksek teklif vermek, daha fazla fiyat teklifi vermek
İşi satın almak için iki rakibinden daha yüksek teklif vermek zorunda kaldı.
rozpocznij naukę
outbid - outbid
She had to outbid two rivals to buy the business.
yana yat(ır)mak, eğmek/eğilmek
yana yatma, eğme
Sandalyesinde geriye doğru eğildi.
rozpocznij naukę
tilt
He tilted backwards on his chair.
geçersiz kılmak, kaale almamak
daha önemli/mühim olmak, baskın çıkmak
Kararını geçersiz kılma yetkim yok.
rozpocznij naukę
override - overode - overriden
His desire for money seems to override anything else.
I don't have the power to override his decision.
üzerine sarkmak, üstünde bulunmak
çıkıntı, *Çıkıntının alt tarafında bir çatlak var.
Yapmaları gereken tek şey, aşağıya doğru sarkmak.
rozpocznij naukę
overhang - overhung
There is a fissure underneath the overhang.
An overhang is what's needed.
üstün gelmek, yenmek, başa çıkmak
... dan/den daha iyi yapmak/olmak; geçmek; yenmek
Franz'ı cebimden çıkarırım ben.
rozpocznij naukę
outdo - outdid - outdone
Franz isn't gonna outdo me.
gölgede bırakmak, gölgede kalma
çok daha iyi olmak; daha parlak olmak
Kurstaki diğer öğrencileri kolayca gölgede bıraktı.
rozpocznij naukę
outshine - outshone
She easily outshone the other students on the course.
yasaklamak
yasaklayıcı yasa/kural/hüküm
Çoğu uluslararası uçuşta sigara içmek yasaktır.
rozpocznij naukę
prohibit
he new law prohibits people from drinking alcohol in the street.
Smoking is prohibited on most international flights.
üzerine baskı yapmak
baskı/tazyik uygulama; zorlamak; baskılamak; zor kullanarak yaptırmak
Karar vermem için bana baskı yapıyorlar.
rozpocznij naukę
put pressure on sb
They're putting pressure on me to make a decision.
korkutmak
ödünü patlatmak/koparmak, çok korkutmak; aklını başından almak
Ani, yüksek sesler beni korkutuyor.
rozpocznij naukę
scare
Sudden, loud noises scare me.
gözdağı vermek
birini tehdit ederek veya zorla ve haksız bir şekilde ikna ederek birini bir şey yapmaya zorlamaya çalışmak
Ama gözümü korkutmasını istemiyorum.
rozpocznij naukę
browbeat - browbeat - browbeaten
But I don't want him to browbeat me.
dövmek yada yenmek
•Simon teniste her zaman beni yener. •Hollanda Belçika'yı 3-1 yendi.
rozpocznij naukę
beat - beat - beaten
•Simon always beats me at tennis. •Holland beat Belgium (by) 3-1.
diz çökmek
Çocuğun yanına diz çöktü.
rozpocznij naukę
kneel - knelt
She knelt down beside the child.

Musisz się zalogować, by móc napisać komentarz.